0

Kafam karıştı biri bana bunun yanlış olduğunu açıklayabilir mi? 1.Alim-i Mutlak: Geçmişte ve gelecekte olacak olan her şeyi bilmek. 2.Kadir-i Mutlak: Her şeyi değiştirmeye, her olaya müdahale etmeye gücü yetmek. Bu iki özellik oksimorondur. Oksimoron:Çelişen özellikleri bir arada bulunduran anlamındadır. Bu iki özellik bir arada BULUNAMAZ. Herşeyi bilen bir Tanrı (Allah), herşeyi biliyorsa eğer hiçbir şey yapamaz, hiçbir şeyi değiştiremez dolayısıyla herşeyi bilmek ve herşeyi bilmeye başladığı ana kadar yaptıkları dışında hiçbir şeye gücü yetmez duruma düşmüştür. Herşeyi bilen bir Tanrı (Allah), gelecekte kendisinin yapacağı bir eylemi de ilk herşeyi bilmeye başladığı andan itibaren biliyor demektir. Eğer bunu biliyorsa, onu ilk bildiği an yapmış da demektir, çünkü onu değiştiremez artık. Değiştirirse eğer, değiştirmesini gerektiren bir ruh haline düşmüş, küçük/büyük bir sürprizle karşılaşmış demektir ki, o değişikliği yapacağını bilmiyormuş demektir. Bunu daha iyi anlamak için birkaç örnek vereyim. Örnek: İslam inancına göre Allah ezelden beri var ve ebediyete kadar da olacaktır.Evreni, melekleri vs. aklımıza gelen gelemeyen her şeyi yaratmıştır.Zamanı geldiğinde Adem’ i yaratacağını ve meleklerin ona secde etmesini isteyeceğini ama şeytanın bu emre karşı gelip kendisine isyan edeceğini biliyordu.Eğer Allah bunu biliyorduysa, şeytanın başka bir davranış sergilemesi; örneğin Adem’e secde ederek Allah’ı şaşırtması mümkün değildi. O, Allah’ın bilgisi dahilinde yapması gereken vazifeyi yerine getirmiş ve Adem’e secde etmeyi reddetmişti. Şu durumda soru çok basit: Allah, şeytanın Adem’e secde etmeyeceğini biliyorken, şeytanın Adem’e secde ederek Allah’ı şaşırtma imkanı var mıydı? Eğer bunu yapma imkanı var idiyse, Allah herşeyi bilmiyor, zar atıyor demektir. Eğer bunu yapmaya imkanı yok idiyse, şeytan Allah’ın isteği doğrultusunda görevini yerine getirmiştir ve Allah, zamanı geldiğinde görevini yerine getirecek olan şeytanın bu davranışını şeytanı yarattığı andan itibaren bilmekle, gelecekteki bu davranışı değiştiremez, buna gücü yetmez duruma düşürmüştür kendisini. Birde şu var;Allah şeytanın son anda secde etmesini sağladı ve şeytan Adem’e secde etti diyelim. O zaman da Allah, şeytanı yaratırken gelecekte isyan edeceğini bilmiyor demektir ki şu durumda Allah’ın alim-i mutlak sıfatı da zail olmuş demektir. Örnek: İnanca göre Allah, daha evreni yaratmaya karar vermeden dahi önce gün gelip Aziz Nesin’i yaratacağını, onun hangi ana-babadan olacağını, kaç yıl yaşayacağını, hangi eğitimi alacağını, hangi mesleği yürüteceğini, ne tür kitaplar okuyacağını, ne tür bir arkadaş çevresi olacağını, dinsel inançlarının ne olacağını ve kaç yıl yaşayıp ne şekilde öleceğini, ölürken de bir ateist olarak öleceğini biliyordu. Aziz Nesin’in ölürken dini bütün bir müslüman olarak ölmesi de imkansızlaşmış demektir artık. Eğer böyle olsaydı, yani Aziz Nesin bir ateist olarak değil de dini bütün bir müslüman olarak ölseydi, Allah bu duruma şaşırıp: “Ulan ben bu adamın trilyonlarca yıl öncesinden dahi bir ateist olarak öleceğini biliyordum ama adam müslüman olarak öldü” diyecek olması gerekir. Bunu diyecek bir tanrı da alim-i mutlak olamaz. Alim-i mutlaksa, yani Aziz Nesin’in bir ateist olacağını ve öyle de öleceğini, daha onu yaratmadan önce biliyor idiyse eğer, kadir-i mutlak sıfatı zail olmuş demektir artık; Aziz Nesin, bir ateist olarak ölmek zorundadır, çünkü Allah’ın bilgisi dışında bir şey yapamaz ve dolayısıyla Allah da bu gerçeği değiştiremez artık.

ykpzg 8 yıl önce 17
0

KAZÂ VE KADER Îmânın altı şartından altıncısı, kazâ ve kadere inanmakdır. Kazâ ve kader, ze- kî insanların zihnlerinin en çok takıldığı bir bilgidir. Bu takıntılar, kazâ ve kaderi iyi anlamamakdan ileri gelmekdedir. Kaderin ne demek olduğu iyi anlaşılsa, hiç- bir zekînin şübhesi kalmaz ve îmânı kuvvetli olur. Âlemlerin yaratanı, yaratdığı ve yaratacağı şeylerin hepsini, ezelden ebede, zer- reden Arşa kadar hepsini, maddeleri, ma’nâları, bir ânda ve bir arada bilir. Her- şeyi yaratmadan önce biliyordu. Herşeyin iki dürlü varlığı olur. Biri ilmde varlık, İmâm-ı Gazâlî “rahmetullahi aleyh” bunu bir misâl ile, şöyle anlatmışdır: Bir mühendis mi’mâr, yapacağı bir binânın şeklini, her yerini, önce zihninde tasarlar. Sonra zihnindeki bu resmi, kâğıda çizer. Sonra bu plânı, mi’mâra ve ustalara verir. Bunlar da, bu plâna göre, binâyı yapar. Kâğıddaki plân, binânın, ilmdeki varlığı demekdir ve zihnde tasavvur edilerek çizilen şeklidir. Buna, (ilmî, zihnî, hayâlî vücûd) ismleri verilir. Kereste, taş, tuğla ve harçdan yapılan binâ da, hâricdeki varlıkdır. Mühendis mi’mârın zihninde tasavvur etdiği şekl, ya’nî bu şekle olan bilgisi, binâya olan kaderidir. Kazâ ve kader bilgisi karışık olduğundan, okuyanlarda, bir takım yanlış fikrler, evhâm ve hayâller hâsıl olabilir. Bunun için, din büyüklerimiz, kazâ ve kaderi çeşidli şeklde anlatmışlardır. Böylece okuyan ve dinliyenler, sözlerin gelişine ve şekline göre, ta’rîflerin birinden fâidelenebilir ve şübheye düşmekden kurtulurlar. Kader, ileride yaratılacak şeyleri, Allahü teâlânın ezelde bilmesidir. Allahü teâlâ, herşeyi, kudreti ve ilmi ile yaratıyor. İşte kader, bu ilmdir. kader, hiçbirşey yaratılmadan önce, Allahü teâlânın ilm sıfatının mahlûklara olan bağlılığıdır. (Ehl-i sünnet vel-cemâ’at) kadere îmân etmiş, kadere inanmak îmânın şartıdır demişdir. Ya’nî kadere inanmıyan, mü’min değildir dediler. kaderin, iyisi, kötüsü, tatlısı, acısı, hep Allahü teâlâdandır. Çünki, kader, bildiği şeyleri yaratmak demekdir. [kader ve kazâ kelimeleri, birbiri yerine kullanılır. kader yerine, kazâ denir]. Büyük âlim imâm-ı Begavî buyuruyor ki: (Kazâ, kader bilgisi, Allahü teâlânın kullarından sakladığı sırlardan biridir. Bu bilgiyi, en yakın meleklere ve din sâhibi olan Peygamberlerine “aleyhimüsselâm” bile açmadı. Bu bilgi, büyük bir deryâdır. Kimsenin, bu denize dalması, kaderden konuşması câiz değildir. Şu kadar bilelim ki, Allahü teâlâ, insanları yaratıyor. Bir kısmı şakîdir. Cehennemde kalacakdır. Bir kısmı da sa’îddir. Cennete gidecekdir. Bir kimse, hazret-i Alîden “radıyallahü anh” kaderi sordukda: (Karanlık bir yoldur. Bu yolda yürüme!) buyurdu. Tekrâr sorunca: (Derin bir denizdir) buyurdu. Tekrâr sordu. Bu def’a: (kader, Allahü teâlânın sırrıdır. Bu bilgiyi senden sakladı) buyurdu.)

Ergün Zafer 8 yıl önce 0