0

Bugün fizik değil, felsefe günü anlaşılan. :-) Niye kalksın ? Ruh neyi ifade ediyor? Eğer dinsel tanımlamayla, Cenab-ı Hâk'tan gelen bir nüve ise, bu kişiliğiniz nerede ise orada olur. Bilimsel olarak tanımlanamayan (ölçüm aletleriyle saptanamayan) bir yapıda olması olmadığı anlamına gelmez. Beynimizdeki bir kaç yüz milyar hücrenin alarında yatay ve dikey bağlantılarla iletişim halinde olması ile sahip olduğumuz bilgi işleme kapasitesi ve bilinç düzeyimize bir bakın. Yaşamınızı boyunca sürekli düşünce üretiyorsunuz. Ürettiğiniz bu düşünceler EKG dalgaları olarak saptanabiliyor. Her kişinin beyin dalgası, parmak izi gibi benzersiz, Ve sizin yaydığınız bu düşünceler, sizin ölümünüzden milyonlarca yıl sonra bile evrende var olup yol almaya devam edecek. Eğer ruh yok ise, bunları nasıl tanımlayabileceğiz ? Bizim sorunumuz, ruhu da vücudumuz gibi belli bir kalıba ve biçime sokma arzumuz ve içgüdümüzden kaynaklanıyor. Onun sınırsız olabileceği, evrenin bir parçası olabileceği niye mümkün olmasın. Ayrıca bu şekilde, kendisini yaratan Allah'ın ( C.C.) bir parçası olmaya daha uygun olmaz mı? Tabii bunlar tasavvufi düşünceler. O yüzden beyin nakli ile ruhun ortadan kalkam ihtimalini sıfır olarak görüyorum. Ölümle bile yok olmayan bir kavram, kabuk değiştirince niye yok olsun? Önemli olan sizin ruhunuzu ne kadar beslediğiniz... Sanat, bilim ve iyi düşüncelerle... Onun besini de bunlar çünkü. İsterseniz bırakın beyin naklini, hiçilerin yelpazesine (bir bilimkurgu romanına atıftır) kopyalayın bilincinizi, beyin dalgalarınızın kopyasını, ruhunuz gene kalır. Çünkü o bizim ürettiğimiz bir şey değil. Bizden beslenen ve gelişen bir şey.

Burtay Mutlu 9 yıl önce 0
0

Olasi bir beyin nakli operasyonunun "ruh" iddasini curutucegini dusunuyorum. Ayni soruyu daha once dusunup bu sonuca varmistim. Ruhu genelde iki anlamda kullaniyoruz; "Ruh ve sinir hastaliklari" deyimindeki gibi bilimsel bir baglamda beynin bilincimizi olusturan fonksiyonu olarak, ve cogunlukla dinsel baglamda maddi dunya ile bizi baglayan, biz biz yapan fakat maddi dunayadan ote manevi bir kavram olarak. Ikinci kullanim sekli, insanlarin beynin dusunce ve benlik merkezinin oldugunun henuz bilinmedigi yillarda ortaya cikmis oldugu sanilmakta. Tamamen manevi olmasindan oturu de bu iddanin test edilebilir, ispatlanabilir hic bir ozelligi yok. Gelelim bu iddanin beyin nakli ile curutulmesine. Soyle dusunelim; benligimizi / bilincimizi aciklamak icin manevi bir ruha gereksinimimiz olsun. Baska deyisle maddi beynin fonsiyonlari benligimiz aciklamaya yetmesin. Basarili bir beyin nakli sonrasinda, benligimiz baska bir vucut icinde uyanacaktir. Operasyondan sonra uyandigimizda bir bakicaz ki, farkli bir bendeyiz; sacimiz basimiz, boyumuz, aynadaki goruntumuz, hersey degismis, sadece benlik bilincimiz, dusuncelerimiz, hatiralarimiz ayni. Ve bu degisimin de farkindayiz. "Ruhum beden degistirmis!", diyebiliyoruz. O zaman manevi bir ruh varsayimina gore, burada su soru gundeme gelir: bu ruh nasil beden degistirdi? Bunun tek aciklamasi ruhun nakil edilen beynin icerisinde yer degistirmis olmasidir. Fakat o zaman da ruhu maddelestirmis oluruz. Bu da manevi ruh iddasini curutur. Beyin nakli operasyonu teorik olarak mumkun olmakla beraber pratikte cok zor ve yakin gelecekte mumkun olmayan bir operasyon. Fakar teorik mumkunlugunu ruh iddasini teoride curutmektedir.

Ozgur Gonen 9 yıl önce 0
0

Ruha manevi bir anlam yüklenmesini, ölçümlenebilir olmamasına bağlıyorum. Ama Ruh kavramının somut bir karşılığı olduğunu kesinlikle düşünüyorum. Çünkü her ne kadar dinsel inançlarımız, ruhu bize semavi bir varlık olarak göstersede, ruh kavramının geçmişi yüzbinlerce yıl önceye gidiyor. (Mezarlardan ve bırakılan hediyelerle düzenlenen törenlerin arkeolojik kalıntılarından çıkartılan varsayımdır). Bilimin gelişmeye başladığı son 200 yıl haricinde de ruh genellikle aynı kapsamda değerlendirilmiş. Bilimle din arasında çatışma olduğu zaman, insanlar ya dinsiz olur ya da beyinsiz... İkisinde de uyum noktalarından konuyu ele almak ve ortak olmayan konuların cevaplarını, bilgi birikimi sürecine bırakmak daha doğru olur. Ruh konusunu sadece din kitaplarından ve alimlerinden veya onların yazılarından, ilmihallerinden filan öğrenemezsiniz. Çünkü o zaten tarafsızlığını yitirmiş bir bakış açısının ürünleri. Onlar için soyut, semavi, bir varlık. Aynı şekilde salt bilim açısından bakarsanız, bilimselliğin getirdiği şüphecilik ve sorgulayıcılıkta ölçümlenemeyen, deneye tabii tutulamayan bir konu üzerinde hüküm varmkatan kaçınacaktır. Zorlanırsa şayet, eldeki verilere göre karar verip yok diyecektir. Şimdi ana konuya dönüyorum. Her iki açıdan da zamanla incelenebilecek ve geliştirilebilecek tek bir açıklam var bence. Çünkü çok basit ve sade... Ruh dediğimiz kavram, beyninin zihinsel yollarında sinir hücreleri arasındaki iletişim sırasında oluşan beyin dalgalarının toplamıdır. (3 boyutlu madde ile sınırlı kalmayan bir evrende, mesela 5 boyutlu veya daha üstü bir evrende fiziksel bedenin varlığı pek bir anlam ifade etmeyecektir. İnsanlar daha çok zihinsel fenerler gibi sadece etrafa yayınladıkları enerji yoğunluğu ve biçimi ile algılanabilecektir.) Bir bebek doğrduğu zaman da ruhu vardır. Sinirleri birbirleriyle iletişime geçtiği andan itibaren vardır. Ölünce de sinirler arasındaki iletişim bittiğinde de biter. Ama enerjinin korunumu nedeniyle, tüm yaşam boyunca yayılan bu dalgaların sonsuza kadar evrene dağılacağını-kaynaşacağını da düşünebiliriz. Diğer yandan ek soru geliyor? Hayvanların ruhu olur mu? Bence, onları vicdan azabı çekmeden tüketmek isteyenler yok diyecek ama evinde besleyen ve sevenler var diyecektir. Canlı her şeyin, bir nebze olsun ruhu vardır. Ruhu bu açıdan ele alınca da, beyin nakli ruhu çürütmez. Aksine destekler. Ruhun beyinle nakledilmesi, onu genede maddeleştirmez. Hala soyut kalır. :-)

Burtay Mutlu 9 yıl önce 0
0

Ruha manevi bir anlam yüklenmesini, ölçümlenebilir olmamasına bağlıyorum. Ama Ruh kavramının somut bir karşılığı olduğunu kesinlikle düşünüyorum. Çünkü her ne kadar dinsel inançlarımız, ruhu bize semavi bir varlık olarak gösterse de, ruh kavramının geçmişi yüz binlerce yıl önceye gidiyor. (Mezarlardan ve bırakılan hediyelerle düzenlenen törenlerin arkeolojik kalıntılarından çıkartılan varsayımdır). Bilimin gelişmeye başladığı son 200 yıl haricinde de ruh genellikle aynı kapsamda değerlendirilmiş. Bilimle din arasında keskin çatışma olduğu zaman, insanlar ya dinsiz olur ya da beyinsiz... İkisinde de uyum noktalarından konuyu ele almak ve ortak olmayan konuların cevaplarını, bilgi birikimi sürecine bırakmak daha doğru olur. Ruh konusunu sadece din kitaplarından ve âlimlerinden veya onların yazılarından, ilmihallerinden filan öğrenemezsiniz. Çünkü o zaten tarafsızlığını yitirmiş bir bakış açısının ürünleri. Onlar için soyut, semavi, bir varlık. Aynı şekilde salt bilim açısından bakarsanız, bilimselliğin getirdiği şüphecilik ve sorgulayıcılıkta ölçümlenemeyen, deneye tabii tutulamayan bir konu üzerinde hüküm varmaktan kaçınacaktır. Zorlanırsa şayet, eldeki verilere göre karar verip; Yok! diyecektir. Şimdi ana konuya dönüyorum. Her iki açıdan da zamanla incelenebilecek ve geliştirilebilecek tek bir açıklama var bence. Çünkü çok basit ve sade... Ruh dediğimiz kavram, beyninin zihinsel yollarında sinir hücreleri arasındaki iletişim sırasında oluşan beyin dalgalarının toplamıdır. (3 boyutlu madde ile sınırlı kalmayan bir evrende, mesela 5 boyutlu veya daha üstü bir evrende fiziksel bedenin varlığı pek bir anlam ifade etmeyecektir. İnsanlar daha çok zihinsel fenerler gibi sadece etrafa yayınladıkları enerji yoğunluğu ve biçimi ile algılanabilecektir.) Bir bebek doğduğu zaman da ruhu vardır. Sinirleri birbirleriyle iletişime geçtiği andan itibaren vardır. Ölünce de sinirler arasındaki iletişim bittiğinde de biter. Ama enerjinin korunumu nedeniyle, tüm yaşam boyunca yayılan bu dalgaların, sonsuza kadar evrene dağılacağını-kaynaşacağını da düşünebiliriz. Diğer yandan ek soru geliyor? Hayvanların ruhu olur mu? Bence, onları vicdan azabı çekmeden tüketmek isteyenler yok diyecek ama evinde besleyen ve sevenler var diyecektir. Canlı her şeyin, bir nebze olsun ruhu vardır. Ruhu bu açıdan ele alınca da, beyin nakli ruhu çürütmez. Aksine destekler. Ruhun beyinle nakledilmesi, onu gene de maddeleştirmez. Hala soyut kalır. :-)

Burtay Mutlu 9 yıl önce 0
0

Merhaba :-) Dikkatinizden kaçmamış... :-) Zaten çok farklı sonuçlar elde etmiyoruz. O sonuçlara ulaşma yollarımız farklı. "Manevi Ruh" kavramı ile dinlerde tasvir edilen ve öncesinde vücutsuz olan, sonra vücuda gelen ardından ölüm ile manevi hayatına dönen ruh'u kast ettiğinizi düşünüyorum. Salt dini açıdan ele alırsak, bu ruh Hakk’ın yarattığı, ondan bir parça olan, O'ndan gelen ve O'na dönen, sonsuzluğa sahip/ait bir parça... Fizik ve matematik açısından ise konuyu ele almak mümkün değil. Elde yeterli veri yok kullanılabilinecek. Ama daha önemlisi eldeki verinin değerini ve kullanılabilirliğini gösterecek “bakış açımız” yok. Çünkü sahip olduğumuz ve kullandığımız birçok kavramı, olduğu gibi kabullenmiş, daha altı için “Niçin?”, “Neden?”, “Nasıl?” dememiş durumdayız. Örneğin “enerji ?” . Bilimsel tanımlamalarını, dönüşümlerini, değişik kullanım ya da durumlarına göre isimlerine bakın (kinetik, potansiyel, kimyasal, vs.), çok bilgi var. Ama kendisinin esasen ne olduğu hakkında kesin bir bilgi yok. Bütün madde, enerjinin yoğunlaşmasından oluşmuştur diyoruz. Dönüşüm denklemlerimiz ve yüzde yüz doğru hesaplayan denklemlerimiz var. Ama enerji nedir? Diye sorunca, onu bir ölçü, tanımlama kavramı gibi soyut ve anlamsız bir ifadeyle karşılaşıyoruz. Enerjinin yoğunlaşması ve maddeleşmesi içinde çok yoğun enerji gerekiyor. Somut sonuçları olan ama kendisi soyut ötesi soyut bir kavramla karşı karşıyayız. Üstelik tüm açıklamalarda; ister dini ister bilimsel, her şey tek bir kaynaktan çıkıyor. O zaman iki farklı alanın ortak bir noktası var diyebiliriz. Tanımlamaları farklı ama sonuçları net bir şekilde; aynı... Varsayımım tamamen bu ana noktaya dayanıyor. Aradaki binlerce kişinin ve zamanın görüşleri ile şekillenmiştir muhakkak. Eğer evrende her şeyin temeli enerji ise, yaşamın temeli de enerji ise, canlının temeli de enerji ise, canlılığın sürdürülmesinin temeli de enerji (hücre içindeki dönüşümler: ATP ‘den ADP dönüşürken çıkan elektronlar) ise, bütün canlı ve cansız sistemler yapılarını korumak için sürekli denge halinde kalabilmek için enerji alışverişine (kütle çekimi, spin, momentum, kimyasal, nükleer tepkimeler vs.) dönüşümüne ihtiyaç duyuyorsa… Ruhun da enerji kökenli bir yapıya oturtabilineceğini düşünüyorum. Embriyo gelişiminde beyinde sinir hücreleri oluşmaya başladıktan kısa bir süre sonra kendi aralarında iletişime başlıyor. İlk beyin dalgaları çok zayıf olsa da var. Bu enerjinin kaynağı ne? Nereden geliyor? Nasıl oluşuyor? Tamam, beyin hücrelerindeki kimyasal işlemler sonucu oluyor ama temel kural; evrenden hiçbir enerji ( daha önce bu “madde” idi ama sonra değiştirildi) yoktan var olamaz, vardan da yok olamaz. Toplam Enerji değişmez, korunur. Sadece aktarılır… Değil mi? Buna göre, embriyo beyin hücrelerindeki enerji ve beyin dalgalarının da bir öncesi oluyor. Üstelik bu enerji öldükten sonra da yok olmuyor. Bir şekilde varlığını sürdürüyor. Ancak bu enerjiyi ruh olarak tanımlamak tam uymuyor. Bu enerjiden yayımlanan ve kişiye özel biçimlenen beyin dalgalarının daha uygun bir tanım olabileceğini düşünüyorum. Peki, bu dinlerde tanımlanan “manevi ruhu çürütür” mü? Farklı bakışlara kapalı din adamlarının ya da din adamı olduğunu iddia edenlerin bakış açısını kabul etmediği için, sadece onların bakış açısındaki manevi ruhu çürütür. (Onların çoğunluk ve hâkim güç olmaları, bu konuda haklı oldukları anlamına gelmiyor zaten. Din kitapları da sapkınların her zaman çoğunlukta olduğu söylüyor zaten.  Ama hala dini ve bilimi bir arada ele alabilen ve bu konuda görüş geliştiren de binlerce kişi, özellikle genç, var. Onların bu ayrımı zamanla yok edeceğine inanıyorum.) Ama canlıların, “manevi ruhun” somut ifadesi olabilecek bir şeye zaten (beyin dalgalarını kast ediyorum) sahip olduğumuzu kabul edersek sadece, onu destekler. Sadece beyin dalgaları son 50 yıl öncesine kadar saptanamadığı için, aralarındaki ilişki bağdaştırılamamış. Ama arada geçen 5 bin yılda (yazının keşfini kast ediyorum), tek taraflı varsayımlardan üretilmiş bilgiler ile yüz binlerce kesin (olduğu zannedilen) sonuçlara varılmış. Yani her şey, bir bakış açısı meselesi.

Burtay Mutlu 9 yıl önce 0
0

Insanlarin "Ruh" ile ne kastetmek istenildigi konsunda tam bir uzlasim yok. Fakat genelde benim "manevi ruh" ile kastetigim seklinde. Yani dediginiz gibi, bedenden ote, bedene girip-cikan, dusunen, hisseden, hatta filmlerdeki gibi baska bedenlere girip cikabilen, olumden sonra bedenden cikip ruhlar alemine geri donen, reankarnasyon var ise baska bedende tekrar dunyaya gelebilen "madde otesi" bir varlik. Boyle bir ruhun varligina inanmak icin once madde otesinin varligina inanmak gerekiyor. Ben iste bu madde otesi alemde yeralabilen ruh kavramini curuttum yazimda. Siz de gorunurde mutabiksiniz, guzel uzlasmisiz. Simdi gelelim maddesel ruhlara ve bakis acilarina:) Ruh kavrami dinlerden cok once de var oldugu icin, oncelikle ise dinleri karistirmadan incelemek gerektigini dusunuyorum. Temele inelim; Ruh kavrami niye ortaya cikti? Insanin aciklayamadigi bazi seylerden oturu: 1. canli/cansiz farki (olu beden ile canli beden arasinda gorunurde maddesel fark olmamasi), 2. "benlik bilinci"nin kaynagi, 3.dusuncelerin/duygularin/hislerin kaynagi. Bu sorulari insan madde disinda aradigi icin ruh kavrami ortaya cikti. Simdiki resimde ise bunlari beynin maddesel fonksiyonlari ile aciklayabiliyoruz. Bu yuzden ben bu resimin icerisine hala bir extra "ruh" kavramini oturtma cabasini gereksiz buluyorum. Sizin cabaniz da bence inancinizin bunu gerektirmesinden oturu. Inanciniz size ruhun varligini soyluyor, ve siz de bu resimde ruh diyebileceginiz soyut/somut bir seyler ariyorsunuz. Ve bunun cevabina da "enerji" olarak yorumlamissiniz. Bunu yaparken de geleneksel ruh anlayisindan uzaklasmissiniz. Ruha yuklediginiz islev belirsizlesmis. Dogru, enerjiyi bizim somut, olculebilir evrenimizin yapi tasi olarak kabul ediyoruz. Fiziksel evrenden bahsedebilmemiz icin oncelikle bu kabulu yapmamiz lazim. Sonra enerjiyi degisik formlarda gozlemliyoruz ve konu ruh olunca canli/cansiz formdaki enerji ayrimi on plana cikiyor. Burada "ruh" kavramindan ne bekliyoruz o zaman? Cansiz enerjiye can katmasininimi, bilinc vermesini mi, hissiyati saglamasini mi? Bu savinizda cok belirsiz. Bu belirsizligi beyin dalgalari savinizla acayim; beyin dalgalarimiz niye var? Beynimizin calismasi, bilincin dusuncelerimizin hislerimizin olusmasi icin mi gereklidir? Ruh varsayimi gibi bizi biz yapan sey midir? Esasen beyin dalgalarinin sebebi beynimizin calisirken noronlarin elektriksel aktivitesidir ve herhangi bir elektrik akiminin yaydigi dalgalardan yapi olarak hicbir farki yoktur (sadece farkli frekanstadir). Dolayisiyla ayni mantik ile sac kurutma makinesinin yaydigi dalgalardan oturu bizimikine es deger bir ruhu oldugunu soyleyebiliriz. Ustelik, bu dalgalarin fonksiyonel bir ozelligi de yoktur. Sadece fonksiyonun bir yan urundur. Ne sac kurutma makinesini sac kurutma makinesi yapan seydir, ne de bizi biz. Beyin dalgalarinin kisiye ozgu olma durumu da zaten beynin kisiye ozgu olmasindan kaynaklanir. A sarkisinin dinlerken yayilan ses dalgalari patern olarak B sarkisinindan farkliysa, bunun sebebi sarkilarin farkli olmasidir. Burada farki yaratan kaynagin kendisidir. Bu yuzden saviniz da mantiksal olarak ruhun beynin ta kendisi oldugunu soylemekle es deger. Konuya enerji dongusu yonunden bakacak olursak da bebegin de, yetiskinin de beyin dalgalarinin ana enerji kaynagi aldigi besinlerdir. Ve bu dalgalar bize ilahi bir sekilde bahsedilmiyor. Aksam yemegimizin bir kismi isiya, harekete, bir kismi tuvalete, bir kismi da dalgaya gidiyor. Soyut "ruh" fikrine donersek de, bunun somuda dokulmus sekli yine beyin olarak karsimiza cikar. Tipki bir soyut fikir olan bir bestenin icra edilerek somuda dokulmesi gibi. Fakat bu soyut "ruh" fikri, ortaya atilan ve su an tartistigimiz semavi anlamdaki ruh kavramindan beklenen can verme, benlik bilinci olusturma, dusunme, hissetme yetisinde degildir. Dolayisyila soyut ruh fikirden ote birsey olamaz. Dogrudur, bakis acisi ozne icin cok sey degistirir. Bakis acisi yuzunden bir kubu, kare veya altigen olarak algilamak mumkundur. Fakat kup oldugunu anlamamiz gidip icin olcup bicmemiz veya baktigimiz acidan ek veriler kullanarak hesap kitap yapmamiz gerek.

Ozgur Gonen 9 yıl önce 0
0

Bu sitede üyelerin puanlama sistemi olsaydı, takdir ve teşekkür etmek için en yüksek puanları verirdim. Dilerim başkaları bu bakış açılarını ve yaklaşımları okur, kendileri içinde geçerli olanı ortaya koyarlar. Bakış açımda elbette inancımın şekillendirdiği yaklaşımlar mevcut. Ama onlar hiç yokmuş gibi, konuları ele alırsdam kendimle çelişirim. Çünkü bazı noktalarda ciddi anlamda (teknik) bilgi birikimi eksiğim (iz) var. Benin yaklaşımımda (bu tartışmayı, felsefe ışığında bilimsel bir konu olarak düşünmüştüm, bilim ışığında felsefe oluyor benim için :-) Saç kurutma makinesinin yaydığı elektromanyetik dalgalar mekanik, yani ritim ve frekansı ile düzenli olduğu, insan beyin dalgaları ile kıyaslanması (çünkü düzenli ve tek düze değil) pek uygun gelmedi. :-) Bakışımda şunu gördüm, evrenin ilk yaratışından itibaren her şey tek bir yapıdan ve özden oluşuyor. Tüm madde, bildiğimiz enerji ve içindeki kurallar. Evrenin işleyişinde de öyle çok büyük karmaşıklık, çok büyük kurallar dizisi de yok. Temel kurallardan biri kritik denge. Bu bisiklet üzerinde, ya da ip üzerinde dengede olmak gibi bir şey. Bu denge her seferinde öyle müterna bir yerde oluyorki, bir adım ötesi ya da berisi Kaos, bisikletten /ipten düşme oluyor. Her sistem daha alt sistemlerin toplamından oluşuyor ve her sistemdeki bir değişiklik, (kaos teorisine uygun şekilde) ilişkide olduğu tüm sistemleri etkiliyor. Örneğin, ayın 5 cm geriye çekildiğini düşünün. Bu aşama olarak tüm güneş ve hatta samanyolu sistemini etkileyecektir. Güneç sistemindeki tüm yörüngelere bir anstrom değişecek, Samanyolundaki sistemlerde belki on üzeri bol sıfırlı eksilerde bir yerde angstrom. Ama muhakak etkiliyor. Bizim saptayamamız bir şey değiştirmiyor. (Hesapları 20 değil, 40 basamaklı yapın gözükmeye başlayacaktır. ) Yine bu kritik durumun ilgilinç bir yanı daha var. (Varsayımım, bilgim yok) Tüm sistemler, quantum olasılıklarının pik, tepe yaptığı noktalarda yani ortalama en yüksek değerde iken kritik durumda oluyor. Bu yüzden binlerce olasılık var iken, sadece belli başlı olanlar gerçekleşiyor. Bu noktada devreye "hayat " giriyor. Hayatı tanımlayan ilk şey, bağımsız birim olarak bilgi depolama ve işleyebilme kapasitesi. Daha sonra da bunları bütünleyen, bilinç olgusu başlıyor. Bilinci depolanmış bilgiyi, ihtiyaca ve duruma göre kullanabilme, değiştirebilme veya seçebilme durumu olarak tanımlıyorum. Bu yüzden kuantum bilgisayarlara kadar makinelerde bilinç gündeme gelmeyecektir. (Geçenlerde bu sitede bilinç konusu ile alakalı güzel bir araştırma yayınlandı.) Ama işin içine bilinç girince, kuantum durumları ve olasılıkları giriyor. Çoğu kararımızı ve hareketlerimizi de; iç sistemlerimizin (sadece somut olanlar değil, bilgi birikimi, duygular, vs. nin) getirdiği farklı durumlara göre "kritik dengede" olduğumuz noktaya göre belirliyoruz. Bütün bunlara rağmen ruh, farklı bir olgu. Ruhu farklı frekanslardaki dalgaların bir arada olduğu bir quantum alanı olarak tanımlayabiliriz. Başlangıçta (doğumda) bize bu alanın sadece ana kuralları/formülleri tanımlı veriliyor. Ama gelişimi zamanla kişinin tutum ve davranışları ile gerçekleşiyor. Bunlar beynin bir fonksiyonu gibi gözüksede, öncesi vardır. Bilinçsiz, kişiliksiz bir enerji (saf ruh tasviri) olarak vardır. Hayat ile biçimleniyor ve bir kimlik kazanıyor. Ölümle de biliçten geriye kalan tek şey de bu oluyor gene. Ama bu seferde saflığını yitirmiş, nadiren de saflık oranını artırmış olarak. (Reenkarnasyon olayına gelince, kanıtlarına rağmen bir şeyler mantıksız geliyor. Sanki o özel kuantum alanlarından, birinin eksik kopyası çıkmış gibi geliyor bana) . (Dinsel cennet cehennem kavramlarına hiç girmeyelim, Araplar için tasvir edilen cennet, (bol huri, şarap, meyve, serin su) bana cehennem gibi geliyor. Öğrenebileceğim bir ortam bana cennet olurdu.) Sanırım bu tür bir kuantum alanındaki dalgaların dağılması, evrene yayılması gerektiğini düşünmek doğal oluyor. ama bir şekilde belki de daha üst boyut dediğimiz ve sicim terosinde ifade edilen o kıvrık boyutlardan birinden dolayı bu enerji kuantumları dağılmıyor olabilir. (Not: Yazdıklarımın çoğu ama özellikle son kısmındakiler şahsi düşüncelerimdir. Üçüncü bir kişi okurken, bunları bilimsel tabanlı filan sanmasın, Vardığım sonuçlardır ama doğrulukları kesinlikle tartışılabilir. Arada, yazmak istediğim çok şey var ama bugün iş olarak yoğun bir gündemimiz var. Saygılar)

Burtay Mutlu 9 yıl önce 0