0

@Cemaleddin Karakaş, büyük ihtimalle göreliliği benim kadar hatta benden daha iyi biliyorsunuzdur. Farklı olarak ortaya koyduğum şey, farklı bir bakış açısı. Yazdıklarım bilimsel çalışmalarla desteklenmiş bir bakış açısı değil. Daha doğrusu bu yönde henüz hiç bir çalışma yok. Sorun, mevcut açıklamaları, deneylerle ve gözlemlerle tekrar tekrar deneyip doğruluğunu gördüğümüz için soruglamayışımız. Yani mevcut açıklamalar o akdar tatmin edici ki, sorgulanmadan doğru kabul ediliyor. Ancak bu sefer bir noktada 4 temel kuvveti birleştirmeye gelince, bu açıklamalar tıkanıyor. Buradan çıkarttığım sonuç, her mecut açıklamanın kendi için de ve alanında tam ve tartışmasız doğru olduğu ancak, olguya dar bir açıdan baktığıdır. Mesela sicim teoremi 5 temel bakış açısı, formülasyon ile geldi. Üstelik bunlar birbirinden çok farklıydı. Uzun süre de işin içinden çıkılamadı. Sonra (Witten, E.) sayesinde M kuramında hepsi birleşti. Aslında yaptığı bir üst bakış açısıydı. Mevcut 5 tanımı değiştirmedi, onlara farklı bir açıdan baktı. Söz konusu görelilik olunca da, aynı durumdayız. O kadar mükemmel ve müstesna ki, kamaşan gözlerimizle onu farklı bir açıdan ele almayı dahi düşünmüyoruz. Şüphesiz hatalarım vardır. Ama bunları kendim tespit edebilecek düzeyde yetkin değilim. Üstelik farklı bir bakış ile mantık olarak benzer sonuçların olması gerektiğini farkedince, bu bakış açısına olan güvenim de artıyor. En azından temel-ana hatlarda doğru yolda olma ihtimali yüksek gibi. (Eğer kendi içindeki mantığı ile kendini doğrulayan ama temelden hatalı olduğu için aslen tamamen yanlış değil isem...???) Yazdıklarınıza açıklama olarak; bizler 3 uzamsal boyutu sabit değerler olarak kabul ediyoruz. Elle tutulabilen, ölçülebilinen ...Ölçebildiğimiz içinde kafamızda onu sabit bir tanıma yüklemiş durumdayız. Boyut nedir? Bir çok tanımı var. Olmayan tanımı ise, boyutların enerji için bir hareket-yayılım alanı olduğu. (Madde kavramını tamamen enerjiye indirgedim. Maddeyi sadece \"yoğunlaşmış enerji\" olarak ele aldım. Böylece düşünürken; enerjiye göre ayrı, maddeye göre ayrı bir kavramsallaştırma zorluğundan kurtuldum.) Bu açıdan bakınca, boyutlar enerjinin titreşebildiği alanlar, bölgeler olarak kalıyor. Eğer enerji miktarı çok ise ya da titreşimi yüksek ise, o uzamsal boyutun ölçülebilen miktarıda artıyordu. Ya da tam tersi. Bu durumda enerjilerin en az 3 (birbirine dik) yönde titreşmesi ile bizim kütle dediğimiz, yoğunlaşmış bir enerji alanı ortaya çıkıyor. Ancak evrenin enerji ile dolu olduğunu düşünürsek, bu kütleleşmiş enerji yoğunluklarını diğerlerinden ayıran bazı özellikle gerekiyor. Bu nedenle ekstra bir dış kuvvete daha ihtiyaç olması gerektiğini düşünüyorum. (Bizler, ben merkezli yaratıklar olarak, her şeyin kaynağını kendimizden görüyoruz. Ya bu bir yanılsama ise, daha doğrusu her şey tek bir kuvvetin farklı yansıması ise? Ki burada işin içine biraz teoloji giriyor :-) İşte bu noktada zaman devreye giriyor. Sürekli, tek yönlü ama her yönde aynı değerde bir kavram. Üstelik boyut kavramına bu farklı tanımla uyuyor çünkü, tek yönlü de olsa, enerjinin sürekli hareket ettiği , ya da enerji hareket etmese bile sürekli hareket ettiği için, göreceli olarak bir hareketin olduğu, bir alan. Işık hızına çıkılırsa, z boyutu zaman ile aynı doğrultuya düşüyor. Z \'nin açık kalması için gereken enerji, zamandaki hareketten dolayı, x ve y üzerine dağılıyor. Bu sefer nesen 2 boyutlu bir düzlem alanında titreşirken, zaman ile olan açıları dik olduğundan daha geniş bir alanı tarıyorlar sonuç, gözlemlenen nesnende direnç artışı. Yani artan kütle. Örneklersek, blogta da yazdığım gibi bir yarı açık şemssiye ile suda (sapı yönünde bir hareket yapın. Hızınız düşük iken, şemsiye yarı açık iken, şemsiyenin yayı bu açıklık düzeyini koruyacak kuvvette olsun. (Yukarıda verdiğim linklerdeki şekillerden 3 uzamsal boyut ve zaman etkileşimini gösteren şekil gibi olsunlar) Hızınız artıkça, şemsiye içine giren su, şemsiyeyi açılmaya zorlayacaktır. Eğer sağlam, kırılmaz bir malzemeden ise, belli bir noktadan sonra, şemsiyeye ne kadar ivme verirseniz, verin, direnç arttığı için hızı sabir kalacaktır. Bunu asla aşamayacatır. Eğer şemsiye üzerinde bir ölçü aleti var ise ve su ile yaptığı toplam direnci ölçerseniz, hız artıkça da direncin kuvvet olarak arttığını ölçeceksiniz. Yani şemsiyenin, suya göre kütlesi artacaktır. Bu bir kısır döngüdür. Ne kadar ivme verirseniz, verin, hızı sabit kalacağından ve direnç artacağından sonunda sonsuz değerlere bile ulaşabilirsiniz :-) Çok uzadığı için bazı konuları atlayarak yazdım. Ama temel bakışları vermeye çalıştım. Dilerim geliştirdiğiniz düşüncelerinize katkım olur.

Burtay Mutlu (shibumi-tr) 7 yıl önce 0
0

@Tin Foil, Dik keşişme (bana göre) şu koşullarda var. Eğer uzamsal boyutlar 3 boyutlu bir ortamdaysa, birbirlerini dik kesiyorlar. Hepsine eşit derecede açı yapan tek ortay 45 ya da 135 derece. Zamanın hareketsiz nesneler için eşit açıda olduğunu biliyoruz. Zamanla olan keşişmeleri , eğer bu nesneyi 2 boyutlu ortamda ele alırsak ancak 3 uzamsal boyutu birden dik açıyla kesiyor. Ancak bunun için uzay-zaman dokusunun durağan olması lazım. Oysa evrenin genişlemesinden kaynaklanan bir yer değiştirme-hareket var. Üstelik 3 uzamsal boyut üzerinde birden geçerli bu hareket. Bu durumda \"zaman\" ister istemez bunların açı ortayı üzerine düşüyor. Yani 45 -135 dereceye (45 ya da 135 derece üzerinde emin değilim çünkü \"hız\"ı , zamanla ters yönlü bir boyut olarak ele alıyorum. Başka bir konu bu...) Örneklemeye çalışırsam, elinizde elastik bir çarşaf var. Etrafı çerçevelenmiş olsun. Zaman bu çarşafla 90 derece dik olduğunda, 3 uzamsal boyut ile de 90\'ar derece açıda oluyor. (Bu arada 3 uzamsal boyut arası 120 derece ve aynı düzlem üzerindeler) Şimdi zaman doğrultusunda bu düzelme bir hareket verdiğinizde (evrenin genişlemesinden kaynaklanan) bu açılar değişiyor. https://qph.is.quoracdn.net/main-qimg-f429457d2205143f9ada1ad87c5ec5e0?convert_to_webp=true (başka bir konunun ama ilk 4 kısmı iş görür) Uzay dokusunda bir çökme (ki bunu kütle olarak tanımlıyoruz),ile 2 boyutlu yüzeyimiz- titreşim alanımız, 3 boyutlu bir yapıya dönüşür. Kast etmeye çalıştığım şey bu. Matematikçilerin hesaplarında bir hata yok bence. Sadece evrendeki nesneyi durağan olarak ele alıyorlar, yani nesneyi uzay-zamanda sabitleniş, 3 boyutlu koordinattan kıpırdamayan bir halde. Çünkü gözlemlediğimiz bu binlerce yıldır ve matematikte bu gözlemlerden yola çıkılarak başladı. (1+1 ile) Oysa gerçekte, asla aynı noktada değiliz. Sürekli bir hareketin içindeyiz. (Sadece bunu gözlemcinin yerine göre saptamak mümkün. )

Burtay Mutlu (shibumi-tr) 7 yıl önce 0