0

Maxwell eter düşüncesine tamamen inanıyordu. Işıkla (elektromanyetik dalgalarla) uğraşırken tüm denklemleri bu yaklaşıma uygundu. Einstein özel görelilikte ışığın hızını tüm gözlemciler için sabitlerken de, ışığın dalga olarak hareket etmesine dayanmıştı. Ama hareketin göreliliğinde eter kavramı, yeni bir referans noktası doğurduğu için, çatışma oluyordu. Özel görelilikte etere "gerek yok" diyerek sorunu basitleştirdi. Genel görelilikte ise uzay-zaman bükülmesinde eter eşdeğeri alanları kullanarak sorunu çözdü. Eter kavramı terk edilmişti. uzun süre de gerek olmadı. Özellikle parçacık yaklaşımı ile kuantum fiziğinde tüm hesaplamalarla doğru sonuçlara ulaşılırken. Ama kütle çekim dalgaları, elektromanyetik dalgalar, parçacık titreşimleri ve tanımlama özellikleri hep dalgalarla ilişkili. Her şey dalga fonksiyonları ile tanımlanabilirken, evren dokusunun bundan müstesna olması bence tuhaf oluyor. Bu yüzden evrenin düşük yoğunluklu enerjiden oluşan ve tüm bu dalgaların aktarılmasına imkan veren bir (süper) akışkan yapıdan oluştuğunu düşünüyorum. (Kendimce evren dokusunun basit, düşük yoğunluklu enerji paketçiklerinden oluşan bir yapısı olduğunu düşündüğümü biliyorsunuzdur. Zamanı ise genişleme kaynaklı dalgalar olarak. Ki bu evrendeki düşük yoğunluklu enerjiyi her yöne olmak üzere titreştirip ona akışkan bir yapı kazandırıyor.) Sebebi konusunda (haklı veya haksız) ne olursa olsun, ara kavram olan evren dokusunun "süper akışkan" olduğu üzerinden sorunuza cevaplar yazmaya çalışacağım.

Burtay Mutlu (shibumi_tr) 6 yıl önce 0
0

Uzay-Zaman’ın bükülmesi: Şimdi bir akışkanın içinde olan parçacıkları açısından durumu ele alırsak. Bükülme olduğunda bu bir esneme hareketi mi değerlendirebiliriz. Akışkan olarak tanıdık olduğundan su-saf su örnekleri ile devam edeceğim. Elimizdeki su kütlesi oda sıcaklığında olsun.. Şimdi bu kütlenin içinde, özel bir ışın vasıtasıyla istediğimiz noktalarda ısıyı azaltıp çoğaltabildiğimizi düşünelim. Suyun içinde bir bölgeyi bu ışın vasıtasıyla ısıttığımızda, bu bölgenin enerji yoğunluğu artmış olur. (Bu düşünce deneyini uzay boşluğunda yerçekimsiz bir ortamda yaptığımızı düşünelim en iyisi…) Isınan su, çevresindeki daha soğuk sudan farklılaşacaktır. Yoğunluk farkı, olacağı gibi, bu iki su kütlesi kaynaşmayacaktır da (ısı alışverişi ile ortalamada sabitlenmediği sürece). Eğer bu bölgeye, kaybı dengeleyici şekilde sürekli enerji akışı var ise (ivmelendirme gibi) su kütlesi varlığını farklı bir olgu olacaktır. Bu farklı yoğunluktaki su kütlesinin, içinde bulunduğu su kütlesi ile doğrusal- düz bir ara alan oluşturmasını pek düşünemiyorum. Tahminen küresel olacaktır. Çevresindeki soğuk su ise bu yapıya uyum sağlayacak şekilde saracaktır. Bu bükülme ya da esneme olarak ele alınabilir mi bilmiyorum. Uzay-Zaman dokusunda ise evrenin ortalama enerji yoğunluğunu titreştiren ve akışkan özellik kazandıran Zaman (dalgalar halinde) var. Benzetme ile Ortalama sıcaklığı bize Zaman sağlıyor. Bu yüzden her yerde aynı. Ancak bazı noktalarda enerji miktarında –yoğunlukta artış olduğunda, Zaman buralarda kırılıyor (dalgasal özelliği ile) ve genleşiyor. Bir bakıma hareketli nesneler, sıcak su öbeklerine dönüşüyor. Çevrelerindeki akışkan da buna uyum sağlıyor. Bu uzayda sabit duran bir doku olmadığı için, bence bir çekme ya da boşluk oluşturma veya esneyerek boşluk doldurma gibi durumlar söz konusu olmuyor. Daha çok iki farklı nesnenin bir arada olması gibi bir şey. Ya da sudaki taşın etrafındaki suyun durumu gibi…

Burtay Mutlu (shibumi_tr) 6 yıl önce 0
0

“Karadeliğin kütle çekiminden dolayı uzay bükülüyor ise onda da graviton (sanal) vardır diyemez miyiz?2 Graviton konusunda bilgim ve inancım çık kısıtlı… Bence Zaman Dalgaları (EGD), evrenin dokusunu titreştirirken bir tepsi gibi davranıyor. (?) Elinize geniş bir tepsi alın içine farklı büyüklüklerde metal bilyeler, taşlar, odun parçacıkları ve kum atın. Hepsini karıştırın. Tepsiyi hareketsiz olarak tutun. Bu evrenin, Zaman olmayan halini temsil etsin. Kum; evren dokusunun temeli olan düşük yoğunluklu özdeş enerji paketçikleri konumunda iken diğerleri çeşitli yoğunluk ve büyüklükteki enerjiyi yani kütleyi temsil ediyor. Şimdi tepsiyi titreştirmeye başlayın. Hatta mümkün olan en yüksek frekansta olduğunu düşünün. Öncelikle kum titreşim ile akışkan bir yapıla dönüşecektir. Titreşimden kaynaklanan enerjide tepsideki her şeye dağıldığından, kum taneciklerinin de kinetik enerjileri artacak. Dolayısıyla içindeki nesnelere uyguladığı basınçta artacak. Hatta öyle ki normalde yoğunluğundan dolayı batık olması gereken bazı parçacıklar yüzecektir. Buna karşılık bazı parçacıklar özellikle metal bilyeler, yoğunluk durumuna bağlı olarak, dibe çökecektir. Bazı parçacıklar ise kum yüzeyine çıkacaktır. İşte metal bilyeler kara delikleri temsil ederken, odun parçacıkları (en küçük ve hafif olanları) fotonları temsil ediyor olacaktır. Taş parçacıkları da yüzen nesneler olarak, kütleleri… Karadelikler, bu bulundukları noktada sürekli olarak çevresinden enerji alan bu şekilde kütlesini artıran nesneler. Uzay-Zaman dokusundaki bükülmeyi, suya atılan yoğun kütleli büyük bir nesnenin batarken arkasında bıraktığı düşük basınç alanı olarak düşünüyorum bu yüzden.

Burtay Mutlu (shibumi_tr) 6 yıl önce 0
0

Karadeliğe düşüş hakkında: Kütle çekim alanına yaklaştıkça, yaklaşan nesnenin artan hızı yanında, kütle çekim alanından kaynaklı Zaman genişlemesi oluyor. Yani nesne için zaman genişliyor. Foton için bir değişiklik yok çünkü (0 x zaman genişlemesi=0) durumu yaşıyor. Bence karadelikler evrenin çöp öğütme makineleri... Çöp dediğimde bildiğimiz kütle. Evren dokusunu, düşük yoğunluklu özdeş boyutsuz ve tekil (ama bu sefer başlangıç öncesi gibi hiç titreşmeyen, sıkışmış değil, tersine açılan alandan dolayı her yöne birden titreşen) enerji paketçikleri olarak düşünüyorum. İşte karadelikler, bence, içlerine hapsettikleri kütle ve enerjiyi çözerek bu yapıya dönüştürüyor. Bilgisini kendi yüzeyine kaydederken, tekilleşmiş enerji paketçiğini de evren dokusuna bırakıyor. Karadelik alanına yaklaşan nesne önce 3 uzamsal boyutunu (kütlesini) kaybedip, 2 boyutlu bir alana dönüşüyor olmalı. Aksi halde düşerken kazandığı ivme ile ışık hızına ulaştığında, sonsuz kütle durumuna geçmeli ki bu bir paradoks. Karadelikler içinde, kütleleşmiş enerji için, ışık hızına çıkmanın (ya da eşdeğeri=zamanın durmasının) tek yolu bence, 3ncü uzamsal boyutu (hareket doğrultusundaki) kaybedip, 2 boyutlu bir alana -dalgaya belki- dönüşmek. Sanırım kütlenin bilgisi de bu aşamadan sonra saklanıyor karadelik çeperlerinde saklanıyor. Nesne, kütle çekim alanına girip düşmeye başladığı andan itibaren kendi gerçekliğini (evrensel sabitlerini) oluşturmaya başlıyor. Özellikle olay ufkundan sonra geldiğinde, evrenin 3 boyulu -kütle için geçerli gerçeklikleriyle ortaklıkları tamamen kopmuş olmalı. Bu sürecin tek boyutluya, sonra da boyutsuz enerji formuna kadar süreceğini hayal ettim. (Gerçekte ne olduğunu bilmiyorum çünkü) Ama bu çökmeyi bir esneme olarak ele alamıyorum.

Burtay Mutlu (shibumi_tr) 6 yıl önce 0